Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek,
Bırakın Paris’te ılık rüzgârlarla
taratmayı saçlarımızı,
sevgilimizle doyasıya sohbet bile edemedik biz.
Gözümüz saatte söyleştik hep,
koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı,
aranacak adamlar, yapılacak işler.
Bir sonraki günün telaşı,
bir öncekinin terine bulaştı,
başkalarının hayatı bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi,
kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu,
veya yavuklu öpücüğü ile uyanma düşlerini,
ha babam erteledik,
20 li yaşlardan 30 lara kurduk saatin alarmını.
30 lardan 40 lara, sonra 50 lere…
Öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
kuşlukta uyuma imkanı sunduğunda size,
artık uyku girmez oluyor gözlerinize.
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek
imkânına kavuştuğunuzda,
söyleşecek sevişecek kimse kalmıyor yanınızda
Özenle yarına sakladığınız
bir sarı lira gibi ömrünüz,
vakti gelip de sandıktan çıkarttığınızda,
birde bakıyorsunuz ki
tedavülden kalkmış…
Can Dündar’ın “ÖDÜNÇ HAYATLAR” yazısından şiirleştiren: Erel Bleda
65 yasındayım gencken 65 yası asırı buyuk sanardım ve 65 yasındakı calısırsa sasırırdım oysa hıc de cok degılmıs 65 yas.Hele sevdıgı ısı yapıyorsa ınsanlar yorulmuyor.Ressamlar muzısyenler buna ornek.