dedi Yusuf;
“Bir an daha yok”
ve an gitti…
an’la birlikte bin ömür gitti…
sustu Yusuf…
suskunluğunda bir an’la bin ömür daha gitti…
konuşmalığında, suskunluğunda ve çığlıklarında…
yüz binlerce ömür yitip gitti…
Derviş olma edasıyla düştüm ana rahminden, insan olabilmenin mükemmel yetenekleriyle donatılarak. Ruhun taşıdığı etten bir emanete, bir emanet anlak hıyanet etmedi. Benim değildi; ne yaşam, ne de ölüm. Garip bir elbiseydi üzerime biçilen hüzün. En değerlimi, hüznümü paylaştım. Bir derman vardı sanki, onun peşinde deli divane dolaştım.
Hoş geldin derdim. Dermansız, gönül yarası derdim. Bir uykuyla doğarmış hüznüm. Ne rüyalarda, ne düşlerde görünürüm. Uykuyu öldürdüm. İhanet edemedim yüreğimde taşıdığım onulmaz sızıya. Kaderim ve kederim. Adım hüzün olsa da… ben bunu baştan hak ettim. Bakışlarımın her köşesine düş kırıkları iliştirdim.
Bir gece yarısı katledildim. Uykuya gömüldüm. Derviş olmayı düşlerken, Hazreti Aşk’a yenildim. Devamını Oku
Kaç defa doğar ki insan?
Kaç defa doğurur hayat bir umudu?
Ya doğan umut kaç eliyle sarılır yaşama?
Kaç kez görünmüştür umudun yüzü bir doğumun masumluğuna?
Hangi eliyle dokunur kaderimize varolmanın ta kendisi?
Kim reddedebilir gerçekliğimi ve doğmuşluğumu?
Ve kim itiraz edecek daha kaç kez doğacağıma?