Bir akşam vakti.
Esaret mevsiminde, Ağustos’un ilk günüydü.
Yalnızdık…
Ve hava serindi.
Yani muhabbetin tam yeriydi.
“Babam gibi” dedi usta.
Sanki yüreğinden bir hançer çekilir gibi.
İçinde bir şeyler takılı kalmıştı bu hususta.
Sanki insan yutkunamıyormuş gibi.
Bir akşam vakti.
Gökyüzünde boncuklar.
Ağustos’un inadına esiyordu rüzgar.
Birden bir keder saplandı yüreğine bu mahkumlukta.
Gözleri devrildi parmaklıklardan öteye.
Sessiz bir of çekti koyu siyah karanlıkta.
“Unutamadım” dedi usta.
Sanki uzun bir hafıza kaybından kurtulmuşçasına.
Öyle kalakaldı.
Derin bir kabustan uyanıyormuş gibi, ruhunu felç eden bu tuhaf yalnızlıkta.
Bir akşam vakti.
Saat hüznü çeyrek geçiyordu.
Sanki usta kederi nefes nefes çekiyordu.
Bir ateş sıçradı yüreğine uzaktan.
Tüm yaşanmışlıkların gölgesi dökülüyordu gözlerini diktiği alana.
O da rüzgara karışıp yüzüne vuruyordu tam şafaktan.
Bir nefes daha çekti yarım kalan cigaradan.
“Oğlum” dedi usta.
Antik bir şevkati yüreğinde duyduğunda.
“Özledim” dedi.
Hüzün kokulu bu ayrılıkta.
Belli ki bir şeyler yarım kalmıştı.
Evlat kokusuyla, gönlünü koparamadığı o aşina diyarda.
Bir akşam vakti.
Esaret mevsiminde aylardan Ağustos.
Gökyüzünde alemi seyreden boncuklar.
Hüzünlü bir şekilde bıraktı inadı rüzgar.
Durdu zaman, tükendi cigara.
Bulutlar ustanın gözlerine sindi.
Ve damlalar pınarlardan ağır ağır yanaklarına indi.
Bulutlardan ses seda yoktu ama.
Ağlıyordu usta…
Murat Hanay / 01.11.2011